12 Aralık 2009 Cumartesi

İSPANYA / SPAIN

OLE! İSPANYA

İtalya gezisi sırasında kararlaştırdığımız ve aralık ayı başlarında planladığımız İspanya gezisini teknik nedenlerle ertelemek zorunda kalmıştık. Gezi komisyonumuz 2008 çalışma planı içinde İspanya gezisini yeniden düzenleme kararı aldı ve 19 – 23 Mart 2008 tarihi belirlendi. Duyurularımız ve tüm hazırlıklar yapıldı, vize işlemleri için girişimlerde bulunuldu ve nihayet beklenen gün geldi. 19 Mart 2008 Çarşamba günü Adnan Menderes Havaalanı Dış Hatlar terminalinde buluştuk. Check in ve pasaport işlemlerinden sonra THY ‘ye ait özel uçakla Zaragoza’ya 4,5 saat süren güzel bir uçuş ile yerel saatle saat 21.00 e indik. Pasaport işlemleri ve bagaj alımından sonra bizi bekleyen otobüsümüze yerleşip yaklaşık 4 saatlik bir yolculuktan sonra Costa Bravadaki otelimize vardık.

GAUDİ’NİN DAMGASINI VURDUĞU ŞEHİR: BARCELONA
Sabah geç bir kahvaltıdan sonra otobüsümüze bindik ve yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Barcelona’ya geldik. İlk ziyaretimiz Bitmeyen Katedral olarak ta anılan Kutsal Aile Sagra da Familia katedrali. Yapımına 1800 lü yılların sonunda başlanan ve halen inşaatı süren bu muhteşem yapıyı izlerken ve fotoğraflarken bir yandan da rehberimiz Erkin AKÇAY’ın verdiği bilgileri dinliyoruz. Gotik sanatın en güzel örneklerinden olan bu yapının detaylarını, Hz.İsanın 33 yılında ölümünü simgeleyen matematiksel tabloyu, dört kulesinin öyküsünü, Gaudinin inşa süresince bir tramvay kazasında ölünceye kadar bu yapıda yaşadığını ve mezarının da bu yapının içinde olduğunu öğreniyoruz. Paskalya nedeniyle çok kalabalık olan kilisenin için girme şansımız olmuyor. Yeniden otobüsümüze biniyoruz ve bu kez Gaudinin diğer iki yapıtını görmeye gidiyoruz. Mila Evi ve Batlo evi. Eserlerinde doğayı örnek alan ve doğadaki çizgileri eserlerine yansıtan, taş, ahşap, demir her türlü malzemeyi kullanan, tasarımlarında ergonomiyi ön plana çıkaran Gaudinin taş ve demiri birlikte kullandığı, balkonlarında köpüren okyanus dalgalarını yansıttığı ve döneminde değeri bilinmeyerek “ La pedrera” taş ocağı diye küçümsenen yapıtını görüyoruz. Daha sonra da yaklaşık 150 – 200 metre aşağıda ve çaprazında yer alan bu kez balkonlarında insan yüzünü simgeleyen Batlo evini görüyoruz. Zamanımızın kısıtlı ve görülecek yerlerin fazla olması nedeniyle bu binalarında içini göremiyoruz.
Önerim bir kez daha yolunuz Barcelonaya düşerse özellikle Mila Evini görmenizi isterim. Bir banka tarafından satın alınan ve kullanılan binanın çatı katında bir daire ve çatı arası müzeye dönüştürülmüş durumda Gaudinin tasarımları sergileniyor. Çatıya çıktığınızda ise sizi Gaudinin tasarladığı ve on iki havariye adadığı on iki farklı tasarımdaki baca bekliyor.
Otobüsümüzle şehir turumuza devam ediyoruz. Bu kez rotamızda Gaudinin 100 yıl önce tasarladığı ama tamamlayamadığı günümüzün rezidenslerine ya da banliyölerdeki site yaşamına karşılık gelen Guell Parkı var. Bir bekçi evi, satış ofisi, yürüyüş yolları alışveriş merkezi çocuk parkı, dünyanın en uzun bankını bitirebilmiş. Burada da Gaudinin doğadan esinlendiğini, doğadaki mimariyi örnek aldığını ve doğa merkezli çalıştığını görüyoruz. Okyanus dalgalarından esinlendiği uzun bankta oturduğunuzda bu sıradan bankın bile ne kadar ergonomik olduğunu görüyorsunuz. Ve yine bu bankın yapımında Barcelona çöplerindeki kırık porselen tabak çanak atıklarını değerlendirdiğini görüyoruz. Yağmurlu havalarda yürüyüş yapmak için tasarladığı Osmanlı mimarisindeki revaklara Roma mimarisinde Stoalara karşılık gelen yürüyüş yollarında yürürken kendinizi bir sörf dalgasının içinde hissediyorsunuz. Zemini toprak olarak bırakılan çocuk parkının altına gelen alışveriş merkezi, kapalı Pazaryerinin taşıyıcı sütunları dışındaki sütunlar da toprak dolgu olarak yapılmış ve yağan yağmur sularını alttaki sarnıçta toplama işlevini görüyor.
Bu güzel parktan ayrılıp Barcelonayı yukarıdan izlemek için Mont Guic tepesine çıkıyoruz. Olimpiyat stadını ve olimpiyat köyünü gezip Barcelonayı, yat limanını ve şehri yukarıdan fotoğraflıyoruz. Bir sonraki hedefimiz Colomb meydanı. Burada otobüsümüzden inip saat 19.00 da buluşmak üzere ayrılıyoruz. Herkes kendi isteği doğrultusunda sanatçıların, pantomimcilerin, çiçekçilerin kafeteryaların yer aldığı Rambla Caddesini, Gotik Mahalleyi, Picasso Müzesini, Akvaryumu, Mısır Çarşısını andıran manavların, deniz ürünlerinin ve kasapların yer aldığı rengarenk çarşısını gezmek ve alışveriş yapmak için dağılıyor.. Saat 19.00 da Catalunya meydanında Hard Rock Cafe’nin önünde buluştuğumuzda herkesin ortak fikri Barcelona’yı keşfetmek için zamanın yetmediği.
Costa Bravadaki otelimizde akşam yemeğinden sonra rehberimiz ve dileyenler lobide buluşup Costa Bravayı keşfetmeye çıkıyoruz. On dakikalık yürüyüş mesafesinde Paskalya nedeniyle oldukça canlı ve renkli Costa Brava caddelerinde yürüyüp sahile iniyoruz. Ve birden karşımızda onu görüyoruz. SARAY DÖNER VE KEBAP. Hepimizin özlemi şöyle demli bir çay. Hemen içeri giriyoruz. Çok hoş bir bayan bizi karşılıyor ve Türkçe konuşuyor. Ve bizim için çay DEMLİYOR. Adının Gönül olduğunu aslen Azeri olduğunu öğreniyoruz. Bir bardak sıcak demli çayda vatan hasretini gideriyoruz.

HAYAL KIRIKLIĞI: ANDORRA
Sabah saat 05.30 da uyanıp, kumanya kahvaltılarımız elimizde otobüsteki yerimizi alıyoruz. Yolumuz uzun. Yaklaşık dört saatlik bir yol bizi bekliyor. Bugünkü rotamız vergisiz alışveriş merkezi ve her şey çok ucuz diye lanse edilen bağımsız bir prenslik olan ANDORRA. Uzun bir yolculuğun sonunda iki yalçın dağın arasındaki vadiye yerleşmiş, pirenelerin eteklerindeki Andorra’ya ulaşıyoruz. Otobüsümüzü otoparkta terk edip Andorranın caddelerine ve marketlerine dağılıyoruz. Çok ucuz olduğu iddia edilen parfümler havaalanındaki Freeshoplarla aynı fiyatta ya da 2-3 € daha pahalı, elektronik eşyalar ve fotoğraf makineleri de keza öyle. Yalnızca içkiler ucuz. Hayal kırıklığı ile dönüş yolu bu kez daha bir uzun geliyor.
Neyse ki yemekten sonra Gönül Hanımın yerinde demli bir çay bizi sakinleştiriyor.

SÜRREALİST BİR DAHİ: SALVADOR DALİ
Yağmurlu bir İspanya sabahına uyanıyoruz. İlk iki gün çok güzel olan hava bugün bozdu, gökyüzü simsiyah bulutlarla kaplı ve yağmur yağıyor. Tek tesellimiz yaklaşık bir saatlik mesafedeki Figueres’teki ünlü sürrealist ressam Dali’nin Tiyatro müzesini gezecek olmamız. Ne de olsa kapalı bir mekânda olacağız. Bir saatlik yolculuktan sonra Figueres’e vardığımızda yağmur diniyor ama gökyüzü hala kapalı. Paskalya nedeniyle burası da çok kalabalık. Uzayıp giden bir kuyruk var. Neyse ki rehberimiz daha önceden grup randevusu aldığı için kuyruğa takılmadan randevu saatimizde müzeye giriyoruz. Yaklaşık bir, bir buçuk saatlik süre içinde bu deli dahi Dali’nin interaktif tiyatro müzesini hayranlıkla geziyoruz. Çıkıştaki hediyelik eşya reyonundan Dali’nin eserlerinden tasarlanmış hediyelik eşyalardan alıyoruz. Bence bu gezinin en keyifli duraklarından biriydi ve yolu bu tarafa düşenlere mutlaka gezmelerini önereceğim bir müze.
Otobüsümüze binip bir sonraki durağımız bir ortaçağ kenti Girona’ya hareket ederken yağmur yeniden başlıyor. Otuz dakikalık bir yolculuktan sonra Girona’ya varıyoruz. Aracımızı Onyar Nehrinin kıyısındaki otoparkta bırakıp yağmur altında Özgürlük meydanına yürüyoruz. Tek umudumuz Revaklarla çevrilmiş Özgürlük meydanının etrafındaki şık Tapas Barlarda İspanyaya özgü Tapas mutfağı ve bir çeşit Deniz ürünlü ve safranlı pilav olan PAYELA ile karnımızı doyururken yağmurun dinmesi. Ama olmuyor, yağmur durmuyor. Rehberimiz Erkin AKÇAY yemek sonrası revakların altında Girona, İspanyadan kovulan Yahudiler, din değiştirip ölümden ve sürgünden kurtulanların yarattığı Getto hakkında bilgi veriyor. Yağmur devam ediyor. “Gezgin yağmurdan korkmaz” diyerek Onyar nehrinin üzerindeki tarihi köprüyü geçip ortaçağ kentinin sokaklarına dalıyoruz. Saint Felicita katedralini görüyoruz önce. Yağmur nedeniyle bu güzel yapının göz alıcı merdivenlerinde bir gurup fotoğrafı çekilemiyoruz Sokaktan çok bir yarığı andıran geçitten Getto’nun dar sokaklarında dolaşıyoruz. Kasvetli dar sokaklar yağmur nedeniyle daha da kasvetli bir hal aldı. Biz de yeterince ıslandığımıza kanaat getirip Onyar nehrindeki başka bir köprüden geçip Özgürlük Meydanındaki kafelerde sıcak bir neskafeyle ısınıyoruz. Bu ortaçağ kentinden ayrılmadan önce görmemiz gereken bir de kentin maskotu olan aslan heykeli var. Din değiştiren Yahudilerin gettolarına yabancı girişini kontrol altına almak için yaptıkları bir maskot. Oynar nehrini geçenler Getto’ya girmeden önce Aslanı öpüyorlar. Ve eğer köprüyü geçerde Aslanı öpmezse yabancı olduğunu anlayıp önlemlerini alıyorlar. Bugün ise bir daha bu kente gelebilmek için aslanı öpüyorlar. Bizim gurubumuzdan da sevgili Dr. Bakiye TUNCAY hepimiz adına bu görevi yerine getirdi.
Otobüste ıslanan giysilerimizi değiştiriyoruz. Akşam yemeği sonrası bizi bu ülkenin değişik renklerinden biri olan Flamenko Gecesi bekliyor.
Gecenin anlamına uygun olarak siyah ve kırmızı şık kıyafetlerini giymiş, günün yorgunluğunu atmış gurubumuzla birlikte Flamenko salonunda yerimizi alıyoruz. Salonda bizden başka İtalyan, Fransız, Avusturyalı ve Amerikalı guruplarda var. İki gitar virtüözünün mini konserinden sonra ünlü Flâmenko gösterisi başlıyor. Dört kadın ve iki erkek dansçıdan oluşan gösteriyi coşkuyla izliyoruz. Gösterinin sonuna doğru Erkek baş dansçının sahneye çıkardığı Dilek TURAN arkadaşımız Türkiye’yi başarıyla temsil ediyor ve ahşap ağlıyor, salon Türkiye, Türkiye tezahüratı ile inliyor.

GOYA’NIN KENTİ: ZARAGOZA
İspanyadaki son günümüz. Geceden valizlerimizi topluyoruz. Bu gezinin herkes için en zor kısmı. Aldığımız hediyelik eşyaları ve diğer alışverişlerimizi valizlere sığdırmak ve kırılmadan Türkiye’ye ulaştırmak tek dileğimiz. Sabah kahvaltıdan sonra yola çıkıyoruz. Dünkü yağmur dinmiş, hava günlük güneşlik ama önceki günlere oranla daha soğuk. Esen sert rüzgâr havayı daha soğuk hissetmemize neden oluyor. Zaragoza’ya yaklaşırken rüzgâr daha da şiddetleniyor ve bizi akşam yapacağımız uçak yolculuğunun tedirginliği sarıyor. Ebro nehrinin kıyısında otobüsümüzden iniyoruz. Ziyaret edeceğimiz tüm mekânlar Pilar Meydanı etrafında toplanmış durumda. Yenilenebilir enerji kaynakları ve su temalı EXPO 2008 e ev sahipliği yapacak olan Zaragoza kendini yenileme telaşında. Büyük Katedral bakıma alınmış, iskelelerle çevrilmiş. Belediye binası, lonca binası alışveriş dükkânları, bir uçta EXPO nun temasına uygun havuz, bir uçta GOYA’nın heykelini taşıyan bir başka havuz yer alıyor. Rehberimiz şiddetli rüzgâr altında hızlı bir bilgilendirme yapıyor, yemek yiyebileceğimiz mekânları ve buluşma yeri ve saatini verip herkesi serbest bırakıyor. Ok güzel bir mekanda deniz ürünlerinden oluşan açık büfeden öğle yemeğimizi alıyoruz. Yemek sonrası katedrali geziyoruz.. Gotik mimarinin abartılı özelliklerini taşıyan bu katedrali eziyor ve fotoğraflıyoruz. Katedralin ünü mimarisinden ziyade öyküsünden kaynaklanıyor. Hz İsa’nın havarilerinden birisi Hıristiyanlığı yaymak için buraya geliyor ama yaymakta zorlanıyor. Söylenceye göre Hz. Meryem destek vermek için bir sütunla buraya gelir ve sütunu diktiği yere katedral inşa edilir. Ebro Nehri üzerindeki taş köprü, demir köprüyü görüyor ve şiddetli rüzgar ve soğuktan üşümüş durumda otobüsümüze binip ülkemize uçmak üzere Zaragoza Havaalanına hareket ediyoruz.

Yazı: Dr.M.Cengiz TÜMER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder