23 Aralık 2009 Çarşamba

TİRE - İZMİR / TÜRKİYE

TAHT-I KADİM ŞEHRİ: TİRE

Soğuk bir ocak sabahında İzmirli Gezginlerle Konak’ta buluştuk. İzmirligezginler.yahoo grubun ilk buluşmasıydı bu. İlk tanışma mekanı için Tire’yi seçmiştik. Grup tam satinde toplanınca hemen yola koyulduk. İlk durağımız Torbalı Yeniköy. Metropolis ( doğrusu Metarpolis, Ana Tanrıça kenti ) ören yerinin bulunduğu bu şirin köyde sevgili Yahya’nın DağPiknik Mekanında mükellef bir köy kahvaltısı alıyoruz. her şeyin doğal olduğu ve göçmen böreği ile takviye edilmiş mükellef bir kahvaltı. Bugüne kadar grup gezilerinde edindiğim tecrübeye göre iyi bir kahvaltı ile başlayan gün çok güzel geçiyor..

Kahvaltının ardından Tire’ye hareket ediyoruz. Tire’nin girişinde Öğretmen Evinin önünden bize rehberlik edecek olan Sevgili Cemal Öktemeri alıp Tirenin yedi tepesinden biri olan Toptepeye çıkıyoruz.. Aracımızdan inip sis altındaki Tire’yi yukarıdan seyrediyoruz. Bir yandan da Sevgili Cemal’in Tire hakkındaki kısa bilgilendirmesini dinliyoruz.

Yedi tepe, kırk bir tarihi camii barındıran bu yeşil kent, adeta küçük bir Bursa. Kentin tarihi Lidya dönemine kadar dayanıyor. Adı kale anlamına gelen Tyrha, konum itibarıyla o dönemin en canlı ticaret yolu olan Efes, Tire, Bozdağ ve Sardes hattının tam ortasında. Dolayısıyla Lidya için önemli bir kent.

13. yy’dan 1426 yılında Osmanlı egemenliğine geçinceye kadar da aynı önemi Aydınoğulları için taşır. Bir dönem Aydınoğulları Beyliğinin başkentliğini yapar.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinde gemileri taşıyan kalaslar Kaz dağlarından, urganlar ise Tire’den gitmiştir.

Tarih boyunca Şeyh Bedrettin, Kanuni, Timur gibi çok ünlü konukları olur Tire’nin. II. Mahmut döneminde Bektaşiler, Aydınoğulları döneminde Efes halkının bir bölümü,Büyük İskender zamanında Filistin’den getirilen Yahudiler, Mübadele yıllarında da Girit ten getirilen Türkler iskan edilir.

Yüzyıllar boyu süren göçler ve ticaret yaşamı, sanat ve zanaatın Tire’de fazlasıyla gelişmesini sağlar. Keçeciler, urgancılar, saraçlar, kalaycılar, semerciler ve nalıncılar Tire’nin çarşısındaki sıra sıra dükkânlarda hala geleneksel yöntemlerle üretmeye devam eder. El sanatlarının dışında Tire mimarisi ve mutfağı ile de yıllarca süren kültürel harmanlanmanın izlerini taşır.



Derekahve

Toptepe’den kısa bir yürüyüşle Derekahveye ulaşıyoruz.. Güme dağlarından inen vadi ve tabandaki derenin Tire’ye giriş yaptığı bölgede belediye güzel bir düzenleme yapmış. Derenin kıyısından yürüyerek vadinin bir noktasından tekrar kentin sokaklarına dönüyoruz. Tarihi belli olmayan yıkıntı haline gelmiş bir Osmanlı hamam kalıntısının yanından Gülcüoğlu Konaklarının bulunduğu eski Tire bölgesine geçiyoruz. Rum mimarisinin özelliklerini taşıyan konaklar yıpranmışta olsa eski günlerin azametini taşıyor hala. Bir kısmı restore edilmiş, geri kalanı restorasyonu bekliyor..



Eski Tire'nin dar sokaklarında...

Dar sokaklarda yolumuza devam ediyoruz. Salı günleri kurulan ve dünyanın sayılı açık pazarlarından olan Tire’nin ünlü çarşısı günlerden Pazar olması nedeniyle derin bir sessizlik içinde karşılıyor bizi. Ali Efe Hanını ziyaret ediyoruz. Geniş taş avlu etrafındaki ahırlarda eskinin tüccar kervanlarının yerinde bugün Rahvan At Yarışlarında koşan atlar barınıyor. Üst kattaki odalar hala, çok ilkel koşullarda kimsesizler ve evsizler tarafından barınak olarak kullanılıyor. Ali Efe Handan çıkıp yolumuza hızlı adımlarla devam ediyoruz. Kiliseden dönüştürme Ulu camiyi, değişik mimarisi ile bir konağı görüp, Necip Paşa Kütüphanesine yöneliyoruz. Pazar ve Pazartesi günleri kapalı olan kütüphane için bir hafta önce yaptığım görüşme sonucu kütüphane görevlisi Sayın Ali İhsan YILDIRIM bizi kırmıyor ve kütüphaneyi bizim için açıyor. 1827 yılında II Mahmut dönemi devlet adamlarından Gürcü Mehmet Necip Paşa tarafından yaptırılan, içersinde çeşitli meyve ve çam ağaçları ile çiçek tarhlarının yer aldığı 845 m2 lik bir bahçe içerisinde klasik devir Osmanlı mimarisi ile inşa edilmiş, bağımsız binaya sahip vakıf kütüphanelerinin bir örneğidir. Toplam 12.695 kitaba sahiptir. Bunların 2283 adedi Osmanlı dönemine ait eserler olup 2216 adedi el yazması, 1136 adedi değerli basma eserlerden oluşmaktadır. Tarihi yazmalar arasında İbn-i Sin’nın “Kitabüş-şifa”sı, İbrahim Müteferrika tarafından basılan ilk eserlerden olan Katip Çelebi’nin “ Cihannüma”sı İbn-i Arabi’nin “Şecere-i Numaniye”si gibi değerli eserler bulunmaktadır.

Necip Paşa Kütüphanesi
Sayın Ali İhsan YILDIRIM’a teşekkür ederek ayrılıyoruz. Kütüphanenin hemen yanındaki Aydınoğulları dönemimin önemli kadılarından ve bilim adamlarından İbn-i Melek’in türbesini görüp Tire’nin damak zevklerine biran önce ulaşmak için aracımızla buluşuyoruz. Yaklaşık dört kilometrelik dik ve dönemeçli yolu tırmanarak Yeşillikler ve sonbahar kızıllığı içindeki Kaplan köyüne ulaşıyoruz. Kaplan köyünde ot yemekleri ile ünlü iki restoran mevcut: Kaplan Çam ve Kaplan Dağ Restoranları. Her ikisinin de konumu, ortamı ve yemekleri aynı mükemmel lezzette. Bizim bu kez randevumuz Çam Restoranla. Mavi bir pus tabakası altındaki Tire’yi kuşbakışı gören yeşillikler içinde kurulmuş bir mekânda masalarımıza yerleşiyoruz. Isırgan otu salatası, karışık ot kavurma, turpotu haşlaması, radika, yaprak sarması ile başlayıp ara sıcakta keşkek, kuzu etli şevketi bostan ile devam eden menümüze tadımlık tire köfte ve tatlı lor üzerine karadut reçeli soslu tatlımızı alıyoruz. Bu süreç içinde gezginlerin sohbeti ve kaynaşması sürüyor. Biten bir günün ardından geleceğe dönük planlar yapılıyor.

Yorgun ama mutlu bir günün ardından sıcakkanlı kent Tire’ye ve rehberimiz sevgili Cemale veda ediyoruz.
Yazı ve Fotoğraflar:
Dr. M.Cengiz TÜMER

BOZDAĞ, ÖDEMİŞ- İZMİR / TÜRKİYE

BOZDAĞ'ın DİĞER BİR YÜZÜ

Haftasonu havanın da güzel olmasını fırsat bilip daha öncede gittiğim ve sizinle paylaştığım Sevgili Nur - Hasan ALTUNER'in LA VİLLA pansyonuna misafir olduk. Bu kez Birgi'de ve Ödemiş'te oyalanmadan Bozdağ'a çıktık. Sevgili Hasan ve Nur ile merhabalaşıp, yol yorgunluğunu birer kahve ile attıktan sonra güneş dönmeden Kayak merkezinin yolunu tuttuk. Geçen gelişimizin aksine bu kez yol açıktı. Kayak Merkezine kadar rahat bir şekilde ulaştık. Aracımızı işletmenin otoparkına parkedip telesiyej ve teleski'nin ve kafeteryanın bulunduğu bölüme yürüdük ve bir masaya konuşlandık. Karda rengarenk kızaklarıyla kayan çocuklar neşe içindeydi. Biramızı yudumlarken acemi kayakçıları, usta snowbord'çuları keyifle izledik. Güneş bu arada zirvenin arkasına döndü ve güneşin kaybolması ile karın soğuk yüzü kendini gösterdi. Yün bereme rağmen kulaklarım ve burnumun ucu buz kesti. Biz de daha fazla kalmayıp pansiyonumuzun yolunu tuttuk.




Bozdağ kayak merkezi tesisleri


Bozdağ Zirve
Sabah daha herkes uyurken fotoğraf makinemi alıp yürüyüşe çıktım. Pansiyonun karşısındaki patikaya daldım. Sabah henüz erken bir saat olduğu için buzlar erimemişti. Benim ayaklarımız altında çıtır çıtır kırılıyorlar. Bu arada saka kuşlarının cıvıltısı ve alakargaların hoyrat çığlığı bana eşlik ediyordu. Bir an izlendiğimi hissettim. Durup sessizce çevreyi kolaçan ettiğimde biraz ilerdeki yaşlı kestane ağacının dibinde bir sincap çiftinin beni merakla izlediğini gördüm.O an, Yanıma teleobjektifimi almadığıma pişman oldum. Bir adım attığımda sincapların her biri kestane ağacının dalları arasında yok oldular. Ben de yürüyüşüme devam ettim. Dönüşte karşıdan gelen bir koyun sürüsü yolumu kesti. Yeni yavrular sağa sola kaçıştı. Ben çağıldayarak akan dereyi fotoğraflarken eşim kahvaltıya çağırdı.


Sabah yürüyüş parkurum

Sabah sohbetiyle birlikte mükellef bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı sonrası çocuklar ve diğer misafirlerle birlikte sevgili Hasan ALTUNER'in rehberliğinde daha zorlu bir yürüyüşe çıktık. Pansiyonun arkasından kestane ağaçları arasındaki patikadan yukarı zirveye doğru tırmandık. Bu arada çevreyi izliyor, değişik doğal oluşumları ve yosun çeşitlerini fotoğraflıyor, yürümesi bile zahmetli bu coğrafyada köylülerin yıllarca önce yaptıkları taş duvarların üzerinde soluklanıyorduk.





Daha uzun ve zorlu ikinci yürüyüş parkurum


Mermeroluk'tan Bozdağ Köyü
Bir süre sonra karşımıza üst dalları budanmış ve gençleştirmeye tabii tutulmuş 700 - 800 yıllık bir kestane ağacı çıktı. Hep birlikte elele tutuştuğumuzda bile yarısın ancak çevreleyebildik.

700 - 800 yıllık kestane ağacı

Karlı vadilerde ilerledik, kuşburnu çalılarının öönünde durup kuşburnu yedik, minik çağlayanlar oluşturan derelerden tertemiz dağ sularından yudumladık.Kah yürüdük kah soluklandık yaklaşık bir buçuk saatlik bir yürüyüşten sonra Mermeroluk'a indik.Pansiyonumuza dönüp sıcak bir neskafeyle kendimizi ödüllendirdik.Bize hep huzurlu bir dinlence ortamı sağlayan Bozdağ'ın alternatif bir yüzünü görmüş olduk.


Ocak 2009
Yazı ve Fotoğraflar:Dr.M.Cengiz TÜMER

BİRGİ, BOZDAĞ, GÖLCÜK - İZMİR / TÜRKİYE

KÜÇÜK BİR HAFTASONU KAÇAMAĞI: BİRGİ, BOZDAĞ, GÖLCÜK

Yılın son günü ve yeni yılın ilk günü çalışmanın ardından cumadan pazara uzanan üç günlük boşlukta şehirden kaçmaya karar veriyoruz. İki arkadaşımızla birlikte üç aile Bozdağ’da pansiyon işleten kadim arkadaşlarımız ve dostumuz Nur – Hasan ALTUNER’e konuk olacağız. Havanın bulutlu ve yağışlı olması Bozdağ’da kar görme umudumuzu arttırıyor.

Biz sevgili Esin ve Sahip AKSAÇ’ LA birlikte Cuma günü öğleye doğru yola çıkıyoruz. Rotamız Ödemiş, Ödemişte öğle yemeği, Birgi ve Bozdağ. Hanife ve Münir AKAY ise akşam mesai çıkışı Salihli üzerinden Bozdağ’a gelecekler.

Öğle saatini biraz geçe Ödemiş’e varıyoruz. Doğrudan DOSTOL KEBAP’IN yolunu tutuyoruz. Ödemiş’te Ödemiş Köftesini hakkıyla yiyebileceğiniz iki adres var. DOSTOL ve HURŞİT. Yemek sonrası çayımızı da içip arkadaşlarımıza Ödemişi gezdiriyoruz. Kısa bir Ödemiş turundan sonra 10 km mesafedeki Birgi’ye hareket ediyoruz. Birgi girişinde belediyenin başlattığı düzenleme çalışmaları var. Yol kenarına Birgi’nin taş örme mimarisine uygun duvarlar örülüyor, daha önce asfalt olan yol Arnavut kaldırımı taş döşeniyor. Köyün ortasından geçen dere kenarında setler oluşturulup oturma üniteleri yerleştirilmiş


Aydınoğlu Mehmet Bey Ulu Cami


Ümmüşah Sultan Türbesi
Birgi
Aracımızı Aydınoğlu Mehmet Bey Camiinin olduğu meydana bırakıyoruz. Meydandaki Ümmüşah Sultan türbesini, bir bakkal dükkânının tezgâhı arkasına saklanmış dört odadan oluşan 500 yıllık Selçuklu hamamını geziyoruz. Selçuklu mimarisindeki Aydınoğlu Mehmet Bey camiini dışarıdan inceliyoruz. 1311–1312 yılında Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılan Ulu Camii, duvarları kesme taşlarla örülü, kare planlı, beş nefli, sekiz sütunlu, ahşap tavanlı, kalın tuğla süslemeleri ve minaresi ile dikkat çekmektedir.


Ulu Camii ön cephe

Ulu Camii iç görünüm

çalınan ve tekrar geri alınan minber kapısı

turkuaz mihrap

Aslan motifi

Kesme taştan yapılmış dikdörtgen mimarili caminin köşesine Aydınoğlu Beyliğinin Selçuklulara bağlılığını gösteren Aslan heykeli konmuş. İkindi namazındaki cemaat dağıldıktan sonra caminin imamı bize camiyi gezdiriyor ve bilgi veriyor. Çatısı bugüne kadar alışageldiğimiz kubbe mimarinin dışında ahşap ve düz, iki eğimli çatı mimarisinde. Ahşap çatının üzerinde ısı yalıtımını sağlayan toprak ve kurşun tabaka yerleştirilmiş. Turkuaz mihrabı, bir tarihte çalınıp İngiltere’ye kaçırılan daha sonra geri getirilen eşsiz ağaç işçiliğine sahip minber kapısını, inşa edildiği yıllarda, aynı dönemin bilginlerinden Galile “Dünya dönüyor” dediği için Enginizasyon tarafından idamla yargılanırken sekizli yıldız sistemini ve evrenin sonsuzluğunun ağaca işlendiği oymaları görüyoruz. Hocamıza verdiği bilgiler için teşekkür edip çam ve çınar ağaçlarının gölgelediği, yıkılmaysa yüz tutmuş eski Birgi evlerinin arasından Çakırağa Konağına doğru yürüyoruz. 1700’lü yıllarda yapılan Osmanlı ahşap mimarisinin ve ahşap oyma sanatının ve kalem işçiliğinin nadide örneklerinden biri. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilen konak bugün müze olarak ziyarete açılmış durumda.



Çakırağa Konağı

500 yıllık hamamın içinde

Konağın biraz aşağısında Ödemiş’te yaşayan bir iç mimar tarafından restore edilen ve çalışma ofisi ve sanat evi olarak kullanılan eski Birgi evini de geziyoruz. Görevlinin fotoğraf çekilmemesi ricasını saygıyla karşılıyoruz ve bu nedenle bu güzel çalışmayı fotoğraflayamıyoruz

Artık Birgi’ye veda edip Bozdağ’a doğru yola çıkıyoruz. Oldukça virajlı fakat güzel bir yolda tırmandıkça Ödemiş ovası bir deniz gibi ayaklarımızın altına seriliyor. Jandarma karakolunun bulunduğu Gölcük sapağını geçip kestane, ceviz ve iğne yapraklı ağaçların arasından yolumuza devam edip Bozdağ Döner Oteli geçince Bozdağın karla kaplı zirvesi ve eteklerindeki Bozdağ köyü karşımıza çıkıyor.

Bozdağ köyü
Bozdağ köyünün içinden kayak merkezi yoluna giriyoruz. Yolun sonunda La villa pansiyonun önüne aracımızı park ediyoruz. Sevgili Nur ve Hasan ALTUNER bizi sıcak ve samimi bir dostlukla karşılıyor. Odalarımıza yerleşip, tekrar salona iniyoruz. Yavaş yavaş başlayan yağmuru seyredip çayımızı yudumlarken bu yağmur gece kara döner mi diye düşünüyoruz.

Akşam sevgili Hanife ve Münir AKAY’ında katılması ile yemeğe oturuyoruz. Sevgili Nur’un mezeleri, Hasan’ın ızgaraları ve koyu sohbet ortamını işkembe çorbasıyla tamamlıyoruz.

Bozdağ Kayak Merkezi
Sabah yine yağmurlu bir güne uyanıyoruz. Ne yazık ki akşamki beklentimizin aksine kar yok. Biz de kar bize gelmezse biz ona gideriz diyerek kahvaltıdan sonra kayak merkezine yola çıkıyoruz. 8 km ‘lik yolun yarısını rahat geçiyoruz. Daha sonra yavaş yavaş çözülmeye başlayan buzun üzerinde dikkatlice ilerliyoruz. Kayak merkezine 200 metre kala yol tamamen kapanıyor. Aracımızdan inip kartopu oynuyoruz, fotoğraf çekiliyoruz ama açıkta fazla kalamıyoruz. Rüzgârla beraber artan tipi kamçı gibi yüzümüze vuruyor. Aracımıza binip dikkatlice köye dönüyoruz ve hiç durmadan Gölcük’e devam ediyoruz. Yoldaki sis nedeniyle A tepesinden göl gözükmüyor, koyu bir beyazlığın içinde ağır ağır ilerliyoruz. Göl seviyesine indiğimizde sis dağılıyor ama yağmur ince ince devam ediyor. Birkaç gün önceki soğuklarda buz tutmuş gölün etrafında kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra göl kenarındaki bir kahveye giriyoruz. Ortadaki devasa sobanın etrafındaki oturma guruplarına yerleşiyor. Sobanın sıcağı ile önce paltolar sonra kazaklar çıkarılıyor. Yöre halkının “sivri” dediği adaçayı – kekik karışımı çayımızı içince içimiz daha da ısınıyor. Sıcakkanlı kahvecimiz bize sobanın üzerinde kestane pişiriyor. Yağmur ve sohbet Gölcük’ün dinginliğinde huzurla devam ediyor.


Gölcük
Akşama doğru pansiyonumuza dönüyoruz. Herkes köşesine çekilip Enya’nın müziği eşliğinde gazetesini kitabını okuyor, yağmuru seyrediyor. Müthiş bir dinginlik ve huzur hâkim. Akşam yemeğinde yine müthiş lezzetli mezeler ve yemekler eşliğinde sohbet devam ediyor. Gece bu kez Nur Abla’nın meşhur sütlacı ile sonlanıyor.

Pazar sabahı uyandığımızda yağmur hala devam ediyor. Pansiyonumuzun önüne konan tabeladan Kayak merkezinin açıldığını anlıyoruz ve kayak merkezine doğru yoğun bir araç trafiği var. Biz uzun bir kahvaltıdan sonra alışverişimizi yapıp Sevgili Nur ve Hasan ALTUNER’e veda edip İzmir’e doğru yola çıkıyoruz.

Pazartesi günü işyerine geldiğimde sanki bir aylık izinden dönmüş kadar dinlemiş ve canlanmıştım.
Yazı ve Fotoğraflar:
Dr.M.Cengiz TÜMER












SASALI DOĞAL YAŞAM PARKI, İZMİR / TÜRKİYE

SASALI DOĞAL YAŞAM PARKI
Bayramın üçüncü günü öğleden sonra niyetlendiğimiz yeni açılan İzmir Sasalı Doğal Yaşam Parkı gezimizi, Sasalı yolunda 10 km'lik bir araç konvoyunda mahsur kalan bacanağımın uyarısı ile ertelemiştik. Yaşanan kaosu ertesi günde gazeterlerde okumuştuk. Bayram tatilinin son pazar günü erken sayılabilecek bir saatte , 11.00 da evden çıktık. Çiğli KİPA'dan sonra yeni düzenlenmiş Ahmet Priştina caddesinden Doğal Yaşam Parkına kolayca ulaştık ve hala boş olan 1000 araçlık otoparka aracımızı parkettik. Fotoğraf makinemizi alıp ana kapıya yöneldik. Çok güzel bir çevre düzenlemesi yapılmış kapıdan geçtik. ( 31 Aralık 2008 tarihine kadar saat 09.00 - 16.00 arası ücretsiz)


Ana giriş kapısı
Kapının girişinde sağda yer alan haritadan doğal yaşam parkının planını inceledik ve kendimize bir rota çizdik. Sağdan devam ederek, solumuzdaki suni gölde nazlı nazlı yüzen siyah kuğuları ve beyaz kuğuları izledik. Yolun devamında sol taraftaki kafeslerde sülünler, tavus kuşları, paçalı tavuklar gibi kümes hayvanları konuşlanmıştı. Biraz ilerde "çocuk hayvanat bahçesi" yazan tabeladan girdiğimizde küçük bir bahçe içinde serbest dolaşan cüce keçiler, tavşanlar, koyunlar, evcil atlar ve yavrusunu sevdik çocuklarla birlikte. Buradan çıktığımızda hendeklerle ayrılmış alanda develer yayılmıştı sereserpe...




Parkın içinden genel görünüm

Develerden sonra sol taraftaki yaşam alanında özgürce dolaşan geyikler, biraz ilerde özel hazırlanmış ağ kafesin içinde leylekler, ördekler, yeşilbaş ördekler keyiflice dolanıyordu.Kuşlardan sonra yırtıcı kuşların olduğu alanada, çelik kafeslerdeki asil kuşları kafesin dışından izledik. Geniş özgür gökyüzüne alışmış bir alaca doğan tüneğinden kanat çırpması ile tel örgülere büyük bir gürültüyle çarpması bir oldu, günün tek olumsuz yanı bu oldu.

Yırtıcı kuşlardan ayrıldıktan sonra kurt, çakal ve sırtlanların yaşam alanlarını, daha sonra bozayıların yaşam alanlarını, karşılarında maymunlar adasını ve kışlaklarında birbirlerinin bitlerini ayıklayan maymunları gördükten sonra solumuzda İzmir Fuarı hayvanat bahçesinin maskotu olmuş, yaklaşık beş yıl önce ölen sevgili Pakbahadır için yapılan anıtı gördük. Doğrusu İzmir'in simgesi olmuş bir File gösterilen bu vefa bizi çok duygulandırdı.



İzmir'li hemşehrimiz Pakbahadır'ın anıt mezarı

Bahadır anıtının karşısında geniş bir alan içinde serbestçe dolaşan yeni iki filimizi izledik. Fillerden sonra, özel bir mimariyle yapılmış, tropik ortamı nem ve ısısı ile birebir karşılayan, yürüdüğünüzde nemli humus ve yaprak çürükleri üzerinde cangılda yürüyormıuş hissini veren, çok güzel düzenlenmiş galerilerinde sürüngenlerin sergilendiği Tropikal bahçeyi geziyoruz. Sürüngenlerin yanısıra Lemurlar ve Papağanlarda burada.


tropikal bahçe
Tropikal bahçenin çıkışında sağ tarafta puma, arslan ve kaplanların yaşam alanları mevcut. Daha sonra parkın ortasındaki Afrika Savanında ise su aygırları, devekuşları, zebralar aynı yaşam alanını paylaşıyorlar. Yaklaşık iki buçuk saattir dolaşıyorduk ve yorulmuştuk. Ceylanların yaşam alanının karşısında ve deve manzaralı güzel bir kafede neskafemizi yudumluyarak yorgunluk atıyoruz, daha sonra çıkışa yöneliyoruz. Çıkış kapısının yanında açılmış hediyelik ve hatıra eşya mağazası Avrupadaki benzerlerini aratmayacak kalitede.. İki T-shirt, mağnetler alıp çıkıyoruz. Dışarı çıktığımızda gözlerimize inanamıyoruz. Otopark hıncahınç dolmuş, kaldırımlar dolmuş, herkes birbirine hiç saygı göstermeden yolu veya başka bir aracın çıkışını önleyecek şekilde aracını bırakmış gitmiş. İyi ki biz aracımızı hemen otopark çıkışına koymuşuz yoksa mahsur kalmak işten değildi.İzmir'in güzel bir doğal yaşam parkına kavuşmasından ve böyle modern bir tesise sahip olmaktan bir İzmirli olarak gurur duydum ve sizlerle paylaşmak istedim

Yazı ve Fotoğraflar: Dr.M.Cengiz TÜMER

12 Aralık 2009 Cumartesi

EDINBURGH - İSKOÇYA / SCOTLAND

EDİNBURG
YAŞAYAN VE YAŞANAN BİR ORTAÇAĞ MASALI

Uçağımız, Amsterdam aktarmalı yaklaşık beş saat süren bir yolculuktan sonra Glasgow hava alanına indi. Pasaport işlemlerinden sonra bizi karşılayan güler yüzlü rehberlerimiz ile buluşup Edinburg’a transfer edecek otobüste yerimizi aldık. Glasgow’u Edinburg’a bağlayan İskoçya nın tek otobanı M8’e çıktığımızda yemyeşil bir doğanın kucağında ilerlemeye başladık. Geniş çayırlıklar arasında uzaklarda şatoları ve iki katlı taş binalardan oluşan yerleşim yerlerini görebiliyorduk.


İlk durağımız Edinburg’a yaklaşık 15 km uzaklıktaki NORTON HOUSE HOTEL oldu. Muhteşem bir bahçe içinde bir zamanlar polo okulu olarak hizmet vermiş tarihi butik otelde brunch’ımızı aldık. Yol yorgunluğunun ardından harika bir başlangıç oldu.



Edinburgh CastleEdinburg’a girdiğimizde kendimizi bir an Harry Potter filminin setinde sandık. Otobüsümüz kentin ana caddesi Princess street’te ilerlerken sağımız solumuz tarihi şatolar, binalar müzeler ve alışveriş merkezleri ile doldu. Bir yandan da rehberimizi can kulağı ile dinliyorduk. Daha sonraki günlerde buraları tek başımıza keşfedecektik ne de olsa…


Otelimize yerleştikten sonra yorgunluğumuza rağmen kenti keşfetme isteği ağır bastı. Yakın bir hedef, Edinburg parkını ve içinde ünlü ressamların ve Rembrandt’ın orijinal resimlerinin bulunduğu National Art Gallery’i seçtik. Princess caddesi ile kente gelen demiryollarının sonlandığı Central Station arasındaki vadiye düzenlenmiş park, yılın 360 günü yağmurlu geçen ve bu yüzden güneşe hasret İskoçların havanın güneşli ve sıcak olmasını fırsat bilerek soyunup çimenlere uzanması ile yeşil bir plaja dönmüştü. Parkın girişinde çiçeklerden yapılmış dev bir saati hayranlıkla izleyerek heykeller, rengârenk çiçekler arasından ulusal sanat müzesine doğru ilerledik. Grek mimarisinde yapılmış taş binanın ÜCRETSİZ olan kapısından geçince muhteşem bir galeri ve devasa resimler karşıladı bizi Yaklaşık üç saat boyunca muhteşem tabloları hayranlıkla izledik.




Edinburg’da ikinci günümüze, rehberlerimiz eşliğinde şehir turu ile başladık. İskoç milli arşiv binası, birçok ünlü yazar ve bilim damının evi, İskoç merkez bankası binası ve heykellerle süslenmiş meydanlardan sonra kentin en yüksek tepesine çıktık. Buradan şehrin panoramik manzarasını, kuzey denizini, Nelson kulesini, Astronomi binasını ve İskoçların cimrilikleri nedeniyle tamamlanamamış utanç anıtlarını gördükten sonra İngiltere kraliçesinin yaz aylarında zaman zaman ikamet ettiği ve partiler verdiği sarayı gezdi. Daha sonra rotamızı Edinburg kalesine çıkan 1,5 mil uzunluğundaki kentin en eski binalarının yer aldığı Royal Mile’e çevirdik Çok iyi durumdaki keleyi, zindanlarını, askeri müzelerini gezebilmek için hem uzun bir gişe sırası bekledik hem de kişi başı 10 pound gibi bizim için yüksek bir ücret ödedik


Kenti doğu batı istikametinde ortadan bölen Princess caddesinin, kalenin ve Royal Mile’ın bulunduğu güneyi eski kent, alışveriş merkezleri ve pubların bulunduğu kuzeyi ise yeni kent(!) olarak biliniyor. Ve bu yeni kentteki binaların en yenisi 1700 lü yıllara dayanıyor.


Edinburg’a gelmeden bir yazıda okumuştum. Sıcakkanlı İskoçları tanımak ve ünlü İskoç birası Ale’yi tanımak için bir gece uykusuz kalmaya değer diye yazıyordu. O günün gecesi ünlü İskoç Publarını görmek için akşam yemeğinden sonra en tipik İskoç Pub’ı olduğu söylenen Ryre’s Pub’a gittik. Saat 24 sularıydı, daha ilk biramızı yeni yudumlamıştık ki bir çan çaldı. Anlamı servis kapandı demekmiş. Biz, sıcakkanlı barmenimizi Akdenizli sempatikliğimizle sohbete tutup geceyi 01’e kadar ancak uzatabildik. İşsizliğin ve buna bağlı olarak suç oranının sıfır olduğu Edinburg caddelerinde güvenle yürüyerek otelimize döndük.

Üçüncü günümüzü Edinburg’un Jenners, FCUK vs gibi ünlü alışveriş merkezlerinde alışverişle değerlendirirken öğle yemeğimizi bizim Kıbrıs Şehitleri Caddesinin bir benzeri Rose Street’te bir kafeteryada harika bir balık çorbası ve tencerede servis yapılan değişik soslu bir çeşit midye yedik.


Akşam yemeği için müthiş bir mekân seçmişti rehberlerimiz. Madonna’nın evlenirken kendisi ve dostları için kapattığı şato: Dalhousie Castle… Muhteşem bir doğa içinde, muhteşem bir mekânda muhteşem bir akşam yemeği oldu .


Gezimiz sona erip, uçağa bindiğimizde aklımızda kalan Edinburg’un etkileyici mimarisi, çok iyi korunmuş doğası, her sokak başında ulusal kıyafetleri kilt içinde gayda çalan sanatçıları, rengârenk sevimli taksileri, başta biftek ve somon balıkları olmak üzere lezzetli mutfağı, Edinburg değil de Edinbrau olarak telaffuz etmemiz gerektiği ve İskoç gecesinin sempatik sunucusu James oldu..

Yazı ve Fotoğraflar: Dr.M.Cengiz TÜMER

NATIONAL GALLERY OF SCOTLAND, EDINBURGH - İSKOÇYA / SCOTLAND

NATIONAL GALLERY OF SCOTLAND, EDINBURGH

Otelimize yerleştikten sonra yorgunluğumuza rağmen kenti keşfetme isteği ağır bastı. Yakın bir hedef, Edinburg parkını ve içinde ünlü ressamların ve Rembrandt’ın orijinal resimlerinin bulunduğu National Gallery’i seçtik. Princess caddesi ile kente gelen demiryollarının sonlandığı Central Station arasındaki vadiye düzenlenmiş park, yılın 360 günü yağmurlu geçen ve bu yüzden güneşe hasret İskoçların havanın güneşli ve sıcak olmasını fırsat bilerek soyunup çimenlere uzanması ile yeşil bir plaja dönmüştü. Parkın girişinde çiçeklerden yapılmış dev bir saati hayranlıkla izleyerek heykeller, rengârenk çiçekler arasından ulusal sanat müzesine doğru ilerledik. Grek mimarisinde yapılmış taş binanın ÜCRETSİZ olan kapısından geçince muhteşem bir galeri ve devasa resimler karşıladı bizi Yaklaşık üç saat boyunca muhteşem tabloları hayranlıkla izledik.

Galeri, William Henry Playfein tarafından tasarlanmış ve 1859 yılında halka açılmış. Erken Rönesans döneminden 19. yüzyıl sonuna kadar olan güzel sanatlar koleksiyonuna evsahipliği yapıyor.


Allan Ramsay. Portrait of Anne Bruce, Mrs. Bruce of Arnot. c.1765


Allan Ramsay. Portrait of Margaret Lindsay, Mrs. Allan Ramsay. c.1757
Sir David Wilkie. Distraining for Rent. 1815

Sir David Wilkie. Samuel in the Temple.

Sir David Wilkie. William Chalmers-Bethune, his wife Isabella Morison and their Daughter Isabel
Sir Henry Raeburn. Portrait of The Reverend Robert Walker Skating. 1784.


O’nu dolaşırken keyifli saatler geçirir ve Raphael, Titian, El Greco,, Valesquez, Rembrandt ve Rubens’ten Van Gogh, Monet, Cezanne,Degan ve Gouguin’e ait şaheserleri huzurlu, dingin bir ortamda izlersiniz.

Diego Velázquez. Old Woman Frying Eggs. 1618



Paul Gauguin. Three Tahitians. 1899

Rembrandt. Hendrickje in Bed. c. 1648
Titian. Venus Anadyomene. c.1520


Sir Henry Raeburn. Sir John Sinclair. About 1794-5.


İskoçya boyutundaki bir ülke için haklı olarak dünyadaki en iyi koleksiyonlardan biridir. Koleksiyonun en geniş bölümü İskoç resim tarihinini kapsar. Ramsey, Raeburn, Wilkie ve Mc Taggart gibi İskoç resmimin büyük isimlerini sunar. Bunlardan en seçkini Raeburn’un “ The Revend Robert Walker skating on Duddengiton Loch” ya da bilinen ismiyle “Skating Minister”dir
Ayrıca bu kalıcı koleksiyonun yanı sıra ayrılan üç salonda programlı sergiler sunar. Bizim orada bulunduğumuz dönemde Rembrandt 400 adlı sergi vardı.

Yazı : Dr.M.Cengiz TÜMER

Fotoğraflar: İnternet ortamından