12 Aralık 2009 Cumartesi

EDINBURGH - İSKOÇYA / SCOTLAND

EDİNBURG
YAŞAYAN VE YAŞANAN BİR ORTAÇAĞ MASALI

Uçağımız, Amsterdam aktarmalı yaklaşık beş saat süren bir yolculuktan sonra Glasgow hava alanına indi. Pasaport işlemlerinden sonra bizi karşılayan güler yüzlü rehberlerimiz ile buluşup Edinburg’a transfer edecek otobüste yerimizi aldık. Glasgow’u Edinburg’a bağlayan İskoçya nın tek otobanı M8’e çıktığımızda yemyeşil bir doğanın kucağında ilerlemeye başladık. Geniş çayırlıklar arasında uzaklarda şatoları ve iki katlı taş binalardan oluşan yerleşim yerlerini görebiliyorduk.


İlk durağımız Edinburg’a yaklaşık 15 km uzaklıktaki NORTON HOUSE HOTEL oldu. Muhteşem bir bahçe içinde bir zamanlar polo okulu olarak hizmet vermiş tarihi butik otelde brunch’ımızı aldık. Yol yorgunluğunun ardından harika bir başlangıç oldu.



Edinburgh CastleEdinburg’a girdiğimizde kendimizi bir an Harry Potter filminin setinde sandık. Otobüsümüz kentin ana caddesi Princess street’te ilerlerken sağımız solumuz tarihi şatolar, binalar müzeler ve alışveriş merkezleri ile doldu. Bir yandan da rehberimizi can kulağı ile dinliyorduk. Daha sonraki günlerde buraları tek başımıza keşfedecektik ne de olsa…


Otelimize yerleştikten sonra yorgunluğumuza rağmen kenti keşfetme isteği ağır bastı. Yakın bir hedef, Edinburg parkını ve içinde ünlü ressamların ve Rembrandt’ın orijinal resimlerinin bulunduğu National Art Gallery’i seçtik. Princess caddesi ile kente gelen demiryollarının sonlandığı Central Station arasındaki vadiye düzenlenmiş park, yılın 360 günü yağmurlu geçen ve bu yüzden güneşe hasret İskoçların havanın güneşli ve sıcak olmasını fırsat bilerek soyunup çimenlere uzanması ile yeşil bir plaja dönmüştü. Parkın girişinde çiçeklerden yapılmış dev bir saati hayranlıkla izleyerek heykeller, rengârenk çiçekler arasından ulusal sanat müzesine doğru ilerledik. Grek mimarisinde yapılmış taş binanın ÜCRETSİZ olan kapısından geçince muhteşem bir galeri ve devasa resimler karşıladı bizi Yaklaşık üç saat boyunca muhteşem tabloları hayranlıkla izledik.




Edinburg’da ikinci günümüze, rehberlerimiz eşliğinde şehir turu ile başladık. İskoç milli arşiv binası, birçok ünlü yazar ve bilim damının evi, İskoç merkez bankası binası ve heykellerle süslenmiş meydanlardan sonra kentin en yüksek tepesine çıktık. Buradan şehrin panoramik manzarasını, kuzey denizini, Nelson kulesini, Astronomi binasını ve İskoçların cimrilikleri nedeniyle tamamlanamamış utanç anıtlarını gördükten sonra İngiltere kraliçesinin yaz aylarında zaman zaman ikamet ettiği ve partiler verdiği sarayı gezdi. Daha sonra rotamızı Edinburg kalesine çıkan 1,5 mil uzunluğundaki kentin en eski binalarının yer aldığı Royal Mile’e çevirdik Çok iyi durumdaki keleyi, zindanlarını, askeri müzelerini gezebilmek için hem uzun bir gişe sırası bekledik hem de kişi başı 10 pound gibi bizim için yüksek bir ücret ödedik


Kenti doğu batı istikametinde ortadan bölen Princess caddesinin, kalenin ve Royal Mile’ın bulunduğu güneyi eski kent, alışveriş merkezleri ve pubların bulunduğu kuzeyi ise yeni kent(!) olarak biliniyor. Ve bu yeni kentteki binaların en yenisi 1700 lü yıllara dayanıyor.


Edinburg’a gelmeden bir yazıda okumuştum. Sıcakkanlı İskoçları tanımak ve ünlü İskoç birası Ale’yi tanımak için bir gece uykusuz kalmaya değer diye yazıyordu. O günün gecesi ünlü İskoç Publarını görmek için akşam yemeğinden sonra en tipik İskoç Pub’ı olduğu söylenen Ryre’s Pub’a gittik. Saat 24 sularıydı, daha ilk biramızı yeni yudumlamıştık ki bir çan çaldı. Anlamı servis kapandı demekmiş. Biz, sıcakkanlı barmenimizi Akdenizli sempatikliğimizle sohbete tutup geceyi 01’e kadar ancak uzatabildik. İşsizliğin ve buna bağlı olarak suç oranının sıfır olduğu Edinburg caddelerinde güvenle yürüyerek otelimize döndük.

Üçüncü günümüzü Edinburg’un Jenners, FCUK vs gibi ünlü alışveriş merkezlerinde alışverişle değerlendirirken öğle yemeğimizi bizim Kıbrıs Şehitleri Caddesinin bir benzeri Rose Street’te bir kafeteryada harika bir balık çorbası ve tencerede servis yapılan değişik soslu bir çeşit midye yedik.


Akşam yemeği için müthiş bir mekân seçmişti rehberlerimiz. Madonna’nın evlenirken kendisi ve dostları için kapattığı şato: Dalhousie Castle… Muhteşem bir doğa içinde, muhteşem bir mekânda muhteşem bir akşam yemeği oldu .


Gezimiz sona erip, uçağa bindiğimizde aklımızda kalan Edinburg’un etkileyici mimarisi, çok iyi korunmuş doğası, her sokak başında ulusal kıyafetleri kilt içinde gayda çalan sanatçıları, rengârenk sevimli taksileri, başta biftek ve somon balıkları olmak üzere lezzetli mutfağı, Edinburg değil de Edinbrau olarak telaffuz etmemiz gerektiği ve İskoç gecesinin sempatik sunucusu James oldu..

Yazı ve Fotoğraflar: Dr.M.Cengiz TÜMER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder