9 Ocak 2010 Cumartesi

TRABZON; TÜRKİYE

TRABZON

Yine uzun bir yolculuktan sonra saat 15.00 gibi Trabzon’a ulaşıyoruz. Akçaabat çıkışındaki otelimize yerleşiyoruz. Akşam yemeği için zaman erken. Bu boşluğu otelimize yürüme mesafesindeki Ayasofya kilisesini gezerek değerlendirmeyi düşünüyoruz. Böylece yarın için zaman kazanmış olacağız. Ayasofya kilisesini ve yanındaki saat kulesini geziyoruz ve fotoğraflıyoruz. Bu arada akşamda yavaş yavaş inmeye başlıyor. Bir yıl önceki deneyimimizle otelimizden üzerimize yelek, ceket alıp minibüslerle akşam yemeği için Akçaabat’a gidiyoruz. Yaklaşık 10 dakikalık bir yolculuktan sonra bu şirin ilçeye ulaşıyoruz. Sahilde denizin içine iskelelerle uzanmış üç Akçaabat köftecisinden geçen yıl oturduğumuzu tercih edip yerleşiyoruz. Burada köfteyi kilo ile sipariş ediyorsunuz. Bizde kişi başı porsiyonumuzu 300 gr dan hesap edip topluca köfte siparişimizi veriyoruz. Yanında bol salata ve bol ayranla servis yapılıyor. Gerçekten çok lezzetli, buraya kadar gelmişken yemeden dönmek olmazdı. Köfteden sonra, geçtiğimiz yıl tatlı olduğunu öğrendiğim Laz Böreğinden sipariş veriyoruz. Ve yedi kişi bu kadar yiyip içtikten sonra 49.00 YTL ödüyoruz.

Sabah kahvaltı sonrasında kiraladığımız minibüsü otelimize getirip teslim ediyorlar. Üç gün bu minibüsle dolaşacağız. Bu akşam Zigana Tatil Köyünde kalacağımız için valizlerimizi de yüklüyoruz. İlk şoförümüz Ahmet oluyor. Yola çıkmadan bira ve rakı stokumuzu tamamlamak istiyoruz ama girdiğimiz üç büyük markette de içki satılmıyor. Sanayiden geçerken bir büfede bulabiliyoruz. Büfeci her şişeyi gazete kâğıdına sardı ve siyah bir poşete koyarak bize verdi.

İlk rotamız Atatürk köşkü. Güzel bir yoldan tırmanıyoruz. Yeşillikler içinde tüm Trabzon’u tepeden gören ve Akçaabat’a kadar uzanan panoramik bir manzaraya sahip tepeye yapılmış köşke ulaşıyoruz. Ortancalarla kaplı ve çok bakımlı bir bahçenin içinde muhteşem bir yapı. Atatürk Trabzon’a geldiğinde bu köşkte kalmış, daha sonrada bir Rum tüccara ait bu köşkü satın almış. Zamanına göre çok modern şekilde yapılmış binayı hayranlıkla geziyoruz. Yatak odasını, misafir salonunu, mutfağını, banyosunu, o sıralarda çıkan Dersim İsyanını kurmaylarıyla birlikte değerlendirdikleri haritanın da bulunduğu çalışma odasını. Bahçesine inip Akçaabat’a karşı rengârenk ortancalarla çevrili bahçesinde birer sabah kahvesi içiyoruz.

Yeni rotamız Maçka ve Sümela Manastırı. Yol üzerindeki Maçka’ya uğratıp Kazım Koyuncunun bir CD sini alıyoruz ve aracımızın CD çalarına yerleştiriyoruz. Sümela Manastırı Milli Parkının otoparkına aracımızla yanaşıyoruz. Ben daha önce e geldiğim için bilgilendirme yapıyorum. Yarım saatlik tırmanışı Ahmet göze alamıyor ve o minibüsle yukarı gelecek yukarıda buluşacağız. Tahta köprüyü geçip keşişlerin yoluna vuruyoruz. Genişçe fakat dik bir patikadan tırmanıyoruz. Hava nem ve çürümüş yaprak kokuyor, yerler ıslak ve kaygan. Düşmeden tırmanıyoruz. Arada bir soluklanmak ve doğayı dinlemek ve içimize çekmek için duruyoruz. Biraz önce üzerinden geçtiğimiz dere çok aşağılarda kaldı. Sadece sesini duyuyoruz. Yaklaşık 30 – 35 dakikalık bir tırmanıştan sonra Manastıra ulaşıyoruz. Sol taraftaki Ayazmada elimizi yüzümüzü yıkayıp soluklanıyoruz. Ahmet eliş bizi bekliyor. Biletlerimizi alıp manastırın merdivenlerini tırmanıyoruz. Kapıyı geçtikten sonra yine merdivenlerle aşağıya iniyoruz. 1995 yılında geldiğimde restore edilen girişin sağındaki ana yapının restorasyonu tamamlanmış. Pencerelerinden Karadenizin muhteşem ormanlarını seyrediyoruz. Mağara şeklindeki manastır kısmındaki freskleri seyrediyoruz. Çoğu resmin gözleri oyulmuş. Önce bunları bizim magandaların yaptığını düşünüyoruz ama manastırın yerel rehberi buraya ziyarete gelen bir kısım Hıristiyan turistin azizlerin gözlerindeki sıvayı, boyayı çıkarıp bunu suda ıslatarak suyunu şifa niyetiyle içtiklerini anlatıyor. Bu açıklama yine de bizim yerli magandaları kurtaramıyor. Nadide fresklerin üzerindeki “Ali Ayşe’yi seviyor, Şafak 35, Konyalı Galip buradaydı “ türü yazılar bizim yerli magandalara ait.
Sümela’dan bu kez minibüsle iniyoruz. Yolda birkaç yerde fotoğraf molası verip, manastırı değişik açılardan fotoğraflıyoruz. Gümüşhane’ye doğru yola devam ediyoruz. Gümüşhane’nin girişinde Hakan’ın bir yıl önce 45 günlük geçici görevi sırasında bulduğu bir yerde öğle yemeğimizi alıyoruz. Daha sonra Gümüşhane’ye inip kenti dolaşıyoruz. Meşhur Köme’sinden, pestillerinden alıyoruz. İki dağın arasına sıkışmış izlenimi veren Gümüşhane’de fazla kalmıyoruz. Arkadaşlarıma Karaca Mağarasını gezdireceğim. Bu kez direksiyona Hakan geçiyor. Anayoldan ayrılıp Karaca Mağarasına tırmanıyoruz. Mağarayı tekrar hayranlıkla geziyoruz.

Gün akşama dönmeden yola çıkmamız gerek. Trabzon’a doğru yol alıyoruz Bu arada günlük güneşlik olan hava bozmaya başlıyor. Zigana Tatil Köyü sapağını biraz geçip yol kenarındaki tesiste meşhur Hamsiköy sütlacını tatmak istiyoruz. Ama sonuç hayal kırıklığı.

Bastıran sis nedeniyle biraz önce önünden geçtiğimiz 100 metre yukarıdaki Zigana Tatil Köyü sapağını bulmakta zorlanıyoruz. El yordamı ile Tatil Köyüne ulaşıyoruz. Odalarımıza yerleştiğimizde artık sisin yerini yağmur almıştı. Odanın balkonuna oturup biralarımızı açıyoruz e yağan yağmura karşı Karadeniz’in şerefine içiyoruz. Haziran ayının 29 u olmasına rağmen odalardaki kaloriferler cayır cayır yanıyor. Yağmur kesilince duşumuzu alıp üzerimizi değiştirip restorana iniyoruz. İzmir’den gelen bir grupta burada konakladığından, restoran bir hayli kalabalık. Restoranın ortasındaki devasa şömine yanıyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde Fatih ÜREK kıvamındaki Karadeniz Kartalı sahne alıyor ve geceyi söylediği şarkılar ve esprilerle renklendiriyor. Odalarımıza çekilirken düşünüyorum, Tam bir yıl önceki dileğimiz gerçekleşiyordu.

Sabah Karadenizin temiz havasıyla dinlenmiş olarak uyanıyoruz. Yağmur dinmiş. Diğer grup erkenden gittiği için kahvaltıda bizden başka kimse yok. Restorandaki görevlilerle sohbet ediyoruz. Buradan Uzungöl’e gideceğimizi söyleyince, bize ün akşamki yağmurla heyelan olduğunu yolun kapandığını, açılıp açılmadığını bilmediklerini söylüyorlar. Karayollarını arayıp bizim için öğrenmeye çalışıyorlar. Gelen haber sevindirici. Karayolları hemen yolda çalışmaya başlamış, bir saate yolu açacaklarmış. Valizlerimizi aracımıza yükleyip yola çıkıyoruz. Daha önce geldiğimde çok bozuk olan yol yapılmış. Düzgün ve geniş bir asfalt yolda ilerliyoruz. Uzun göle az bir mesafe kala trafik duruyor. Dün akşamki heyelan burada olmuş. Karayolları hala yolu açmak için çalışıyor. Yaklaşık yarım saat bekledikten sonra tek şeritten ulaşım sağlanıyor.

Fotoğraflardan ve posterlerden tanıdığımız camiinin karşısına aracımızı park ediyoruz. Uzun gölü yürüyerek keşfedeceğiz. En son gördüğümden bu yana Uzun gölde çok gelişme olmuş. Doğaya uyumlu konaklama tesisleri yapılmış. Alt yapı konusunda sağlıktan internet alt yapısına kadar kapsamlı bir proje geliştirilmiş ve uygulanıyor. Sanırım bir sonraki gelişimde daha gelişmiş – umarım doğayı koruyarak- bir Uzun göl bulacağım. Yalnız zihniyet olarak ta daha hoşgörülü ve turizme uygun bir zihniyet geliştirmeleri gerekli. Henüz turizme hazır değiller. Küçük boyutta bir restorana oturuyoruz. Biz yedi kişiyiz. Siparişlerimizi veriyoruz. 7 – 8 kişilik başka bir grup daha geliyor. İşletmecilerin eli ayağı karışıyor. Hakan il birlikte duruma el koyuyoruz. Servisleri kendimiz yapıyoruz. Yeni gelen gruba da servis yapıyoruz. Yoksa yemek yememiz mümkün olmayacak. Turistik (!) otellerin hiçbirinde alkollü içecek servisi yok, kendiniz yanınızda getirip odanızda içerseniz ses çıkarmıyorlar. Yemekten sonra Uzungölün çevresini dolaşıyoruz, klasikleşmiş göle yansıyan camii fotoğrafımızı çekiyoruz. Ve Trabzon’a doğru yola çıkıyoruz. Bu gecede Trabzon’daki otelimizde konaklayacağız. Sabah hava alanında aracımızı teslim edip İstanbul üzerinden döneceğiz.
Atlas Jet ile İstanbul’a uçuşumuzda bir sorun yok ama aynı firmanın İstanbul – İzmir uçağına iki saat rötar veriyor. Biz rötarlı uçuş saatini beklerken hiçbir bilgi verilmeden uçuş iptal ediliyor. Durumu anlamak için Hakanı Atlas Jet’in kontuarına gönderiyoruz. Hakandan uzun süre haber çıkmayınca biz de gidiyoruz. Firmada görevli bayan hiçbir konuda yardımcı olmuyor. Hakanla birlikte ortalığı ayağa kaldırıyoruz. Başka birileri geliyor. Telefonla bir takım görüşmeler yaptıktan sonra Ankara’dan bir uçak geleceğini ve hazırlandıktan sonra İzmir’e uçacağını söylüyorlar. Israrlı takibimiz sonucunda ancak 17.30 sularında İzmir’e uçabiliyoruz. Çok güzel başlayan, çok güzel geçen seyahatimiz Atlas Jet’in sorumsuz ve müşteriye saygısız tavrı sonucu gerginlik ve tatsızlıkla son buluyor. Uçakta görevli hostesin dağıttığı Atlas Jet kartı formunu “- Bu firmanızla ilk ve son uçuşumuz” diyerek geri çeviriyoruz

Yazı ve Fotoğraflar:
Dr.M.Cengiz TÜMER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder