9 Ocak 2010 Cumartesi

KARS'TAN MALATYA'YA

YOL HİKÂYELERİ–1
BİR KAMYONUN ŞOFÖR MAHALLİNDE KARS’TAN MALATYA’YA

1984 yılının Ağustos - Eylül döneminde Ankara Etimesğut’taki Yedek Subay Okulunu tamamladıktan sonra kuram 7. Ana Jet Üs Komutanlığı Malatya’ya çıktı. Ekim ayında önce Malatya’ya gidip birliğimi buldum, ardından bir gün içinde Malatya’da ev kiraladım ve aynı gün otobüsle Kars’a döndüm. Sağlık Ocağı lojmanımdaki üç beş parça eşyamı denk yapıp, Malatya’ya kamyon aramaya başladım. Eşyam değil bir kamyonu yarım kamyonu dolduracak kadar bile yoktu. Sonuçta Kars’taki dostlarımın yardımı ile Malatya’ya yük götürecek bir kamyonun kasasında yer bulduk. !0 ton fiğ ( bir çeşit hayvan yemi) yüklü kamyonun üstüne benim eşyalarımı da sardık düştük yola.

Önce Selim’in kıyısından geçtik. Demiryolunu takiben 55 km sonra ormanlar içindeki Sarıkamış’a ulaştık. Taş yapılı, galvaniz çatılı eski Rus binaları ile otantik görünümlü Sarıkamış merkezinden geçip modern askeri lojmanların bulunduğu bölümden Sarıkamış’ı terk ettik. Sağımız solumuz geniş çayırlıklar ve ormanlarla kaplı. Bu coğrafya Osmanlı Rus Savaşının yapıldığı bir coğrafya.

Ormanların arasındaki yolda ilerleyip bir çatala geldik: Karakurt. Buradan Güneye devam ederseniz Iğdır’a gidersiniz. Biz batıya döndük ve Erzurum istikametine yola devam ettik. Hava da artık karardı. Çevreyi pek göremiyoruz. Önce Horasını geçtik, ardından Köprüköy. Şimdi gecenin karanlığında göremesek bile burada beldeye ismini veren Çobandede Köprüsü var. 1297–1298 yıllarında İlhanlıların veziri Emir Çoban Salduztarafından yaptırılmıştır. Aras Nehri üzerinde 7 kemer gözlü(Zamanımıza 6 gözü ulaşabilmiştir) olarak inşaa ettirilenönemli bir köprüdür. Günümüzde kullanılmamaktadır.

Aras nehri kıyısında ilerliyoruz. Yolumuzun üzerinde Pasinler var. Bu yol özellikle kış sezonunda çevresindeki kavak ağaçları ile güzel kar manzaraları veriyor.

Erzurum şehir merkezini, Aşkale’yi geçiyoruz. Artık Erzincan sınırındayız. Bundan sonra yol Tercan, Mercan, Erzincan şeklinde bir tekerleme gibi gidiyor. Biz Tercan’dan sonra Mutu Köprüsünden Tunceli yönüne döneceğiz.

Gece saat 02.00. Köprüyü geçmeden köprünün karşısındaki tesiste mola veriyoruz. Bir şeyler yiyip çayımızı içiyoruz. Yol ve gece uzun. Yarım saat – kırk beş dakikalık molanın ardında “Ya Allah” deyip kamyona atlıyoruz. Fırat’ı besleyen en büyük kollarında Karasu üzerindeki köprüyü geçip yola vuruyoruz. Rampaya sarmadan şoförüm gökyüzünde parlayan yıldızı gösteriyor.

- Bak hocam, oraya çıkacağız, diyor.

Ve rampaya tırmanmaya başlıyoruz. Döne döne tırmanıyoruz. Üzerimizde 10 ton fiğ ve benim ev eşyaları. Yolun uçurum kısmı benim tarafıma geldiğinde dolunayın ışığı altında gümüş bir şerit gibi parlayan akarsuyu görüyorum. Her virajdan sonra gümüş şerit biraz daha inceliyor.

“O” yıldıza vardığımızda yani zirveye vardığımızda moladan bu yana iki buçuk saat geçmiş. Karayolları şantiye binasını geçince inişe geçiyoruz. Yolda bizden başka kimseler yok. Tamamen vahşi coğrafyada doğayla baş başayız. Ara sıra kamyonumuzun far ışığından tilkiler kaçışıyor. Pülümür’e doğru inerken artık hava yavaş yavaş ağarıyor. Sayısız irili ufaklı tünellerden geçiyoruz.. Sağ yanımda Munzur Çayı çavlanlar yaparak akıyor. Bir ara şoförün uyukladığını fark ediyorum. Yol kenarında bir çeşmede durdurup, yüzüme yıkama bahanesiyle kamyondan iniyoruz. Buz gibi dağ suyunu yüzümüze çarpıp uykumuzu açıyoruz. Havada hem sabahın erken saati olmasından hem de yükseklikten dolayı buz gibi.. Tekrar yola düşüyoruz. Nazimiye sapağını solumuzda bırakıp Munzur Çayı ile birlikte Tunceli’ye doğru akıyoruz.

Yolun artık düzlüğe indiği bir yerde kavaklar altındaki bir dinlenme tesisinde mola veriyoruz. Güzel bir kahvaltı yapıyoruz. Özellikle otobüs ve kamyon şoförleri yollardaki en güzel yemek noktalarını biliyorlar. Hava çok güzel, doğa çok güzel ama daha yolumuz uzun. Bir süre sonra yolun sağındaki köprüden Tunceli yolu ayrılıyor. Tunceli’yi uzaktan görüyoruz. Hedefimizde Elazığ var. Artık düz bir bölgedeyiz. Bitlis yol ayrımından sonra uzaklarda Keban baraj gölü gözüküyor. Bir müddet sonra yol göl kenarına iniyor. Kah göl kenarına yaklaşarak kah uzaklaşarak düz ovada ilerliyoruz. Ara ara üzüm bağları gözümüze çarpıyor. Güzel bir dinlenme yerinde çay molası veriyoruz. Göle karşı çayımızı yudumluyoruz. Tesis sahibine bağları soruyorum, bu bölgenin üzümünün meşhur olduğunu söylüyor. Şarap yapımında kullanılıyormuş.

Elazığ’dan geçip Malatya yönüne devam ediyoruz. Vakit öğleni geçti. Coğrafya kıraçlaştı. Bir tepeyi aştığımızda Kömürhan Köprüsü karşımıza çıktı. Tek kemerli, daracık bir köprü. Bizim kamyon sığacak mı acaba? Bizim yükümüzü taşıyabilecek mi? Köprü o kadar dar ki iki araç yan yana geçemiyor. Allahtan yoğun bir trafik yok. Kamyonumuzla köprüye giriyoruz. Ağır ağır ilerlerken köprünün sallandığını hissedebiliyorum. Tam köprünün ortalarında, ben altımızda –yaklaşık 50 60 metre altımızda- deli gibi akan kahverengi çamur rengindeki Fırat’ı seyrederken şoförüm;

- Biliyor musun hocam, diyor. Tam buradan buzdolabı yüklü bir kamyon uçmuş, ne kamyonu ne de buzdolaplarından birini bulamamışlar.

Bin bir dua ile geçtiğim bu köprü artık Atatürk Barajının suları altında. Yerine daha yüksek, daha sağlam ve daha geniş bir köprü yapıldı.

Köprüden sonra artık yaklaşık bir saatlik yolumuz kaldı. Akşamüstü saatlerinde Malatya’ya varıyoruz. Eşyalarımı eve indirip yol arkadaşlığı yaptığım şoförümle vedalaşıyorum. Akşam 21.00 otobüsü ile yine yollardayım. Bu kez rotam İzmir.

Yazı: Dr.M.Cengiz TÜMER
Fotoğraflar: İnternet ortamı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder