9 Ocak 2010 Cumartesi

AYVALIK - BALIKESİR; TÜRKİYE

HÜZNÜN VE NEŞENİN KÖRFEZİ: AYVALIK

Alışkanlık olduğu üzere bir cumartesi günü herkes sıcak yatağında uyurken biz yine yollara düştük. Hedef hüznün ve neşenin körfezi AYVALIK. İzmir’in üç ayrı semtinden, (Üçkuyular, Şirinyer ve Bornova ) üç ayrı otobüs aynı saatte yolcularını alarak hareket etti. Bu kez otobüs sayımız üç, gezi dostu sayımızda çoluk çocuk 120 ye ulaşmıştı. Sabahın erken mahmurluğunda sabah müziği eşliğinde kahvaltı molamızı vereceğimiz Şakran yakınlarındaki Mola tesislerinde buluştuk. Çimlerin üzerinde, ağaçların gölgesinde hazırlanan masalarımızda mükellef kahvaltımızı yaptık. Bizi güler yüzle ağırlayan ve mükemmel bir organizasyonla güne iyi başlamamızı sağlayan MOLA personeline de teşekkürlerimiz sunmadan geçmeyelim.
Güne harika bir ortamda güzel bir kahvaltıyla başladıktan sonra yolumuzu oksijen deposu Kozak Yaylasına çevirdik. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmek için gemilerin ve kızakların yapımında kullanmak üzere Toroslardan, İda Dağına getirdiği ve daha sonrada burada ikamet eden Türkmenlerin yerleştiği ve yaşadığı köyler sıralı yol boyunca. Yolumuz bunlardan birine, Değirmencidere köyüne düştü. Köy meydanındaki asırlık çınar ağacının gölgesindeki çay bahçesinin girişinde muhtar ve köylüler karşıladı bizi. Kimimiz köylülerle sıcak sohbete dalarken kimimiz köyü keşfetmek ve fotoğraf çekmek için köyün dar sokaklarına dağıldı. Köy muhtarının daha önceden keşif gurubumuzun siparişi üzerine hazırlattığı bol çam fıstıklı irmik helvası da sıcak sıcak büyük bir iştahla yendi. Çaylar yudumlanırken çam fıstığı üzerine sohbet devam ediyordu. Fıstık hasadında kullanılan ve ağaçtan ağaca geçmeyi de sağlayan KEYE yi de bilgi dağarcığımıza kattık. Misafirperver ve sıcakkanlı, dost köylülerimize veda ederek Ayvalık’a doğru yola koyulduk.
Ayvalık’ın girişinde Sarımsaklı yakınındaki otelimize ulaşıp, odalarımıza yerleştikten sonra otelimizin havuzunda ya da denizin serin sularına bıraktık kendimizi. Akşam yemeğine kadar herkes gönlünce eğlendi. Yemekten sonra grup üçe ayrıldı. Dünya kupası üçüncülük maçını izleyecekler, diskoda müziğin ritmine kendini bırakacaklar ve benimde dahil olduğum Ayvalık’ı keşfedecekler
Pazar sabahı kahvaltının ardından valizlerimizi toplayarak saat on sularında otelimizden ayrılarak bizi Ayvalık Sahilinde bekleyen teknemiz SELİNDA ve Kaptanı Fatih’le buluşmak üzere yola çıktık. Davul zurna eşliğinde teknede bize ayrılan yerlere yerleştik. Diğer yolcularımızı da aldıktan sonra, adalar körfezi olan ve 22 adanın yer aldığı labirenti andıran körfezde diğer teknelerle birlikte demir aldık.
Soğuk bir sürpriz bekliyordu bizleri. Teknenin hareket etmesiyle birlikte serin esen rüzgar iliklerimize işlemeye başladı, hazırlıksız yakalanan bizler ısınmak için havlularımızı sarılır büzüşürken imdadımıza animasyon ekibi yetişti. Çaldığı kıvrak müzikler eliğinde Tepecik ekibi özüne döndü ve müziğin kıvrak ritmine uyarak Ayvalık’ın rüzgârını alt etti
İlk yüzme molamız rüzgârdan korunaklı Maden Adası koyları oldu. Yaklaşık 40 metre derinliğin net görülebildiği tertemiz sulara çığlık çığlığa bıraktık kendimizi. Körfezin suyu bizim tahmin edemeyeceğimiz kadar soğuktu. 45 dakikalık yüzme molasını 10 dakikada tamamlayıp ısınmak üzere güneşe sığındık.
Artık öğle yemeği zamanı gelmişti. Servis edilen Ayvalık’ın meşhur Papalina balığını ve çoban salatasını doyuncaya ( hatta tabağı ters çevirinceye ) kadar etrafımızda uçan, attığımız balıklara pike yapan martılarla birlikte yedik. Üzerine kavun içinde sakızlı dondurmamızı da yedikten sonra eğlenceye kaldığımız yerden devam edebilirdik.
İkinci yüzme molamızı Mavikoyda verdik Deniz yine aynı denizdi; temiz ama buz gibi soğuk!
Son yüzme molamızı Cundanın arka tarafındaki koylardan birinde erdiğimizde denize giren cesurların sayısı bir hayli azalmıştı. Bu molada meyve ikramımızı aldıktan sonra son durağımız Cunda adasına çevirdik rotamızı.
Teknemiz Cunda açıklarında kıyıya yanaşmak için uygun boş bir iskele ararken ben de Mehmet YAŞİN’in YAKINNAME adlı kitabında yazdıklarına bir göz atıyorum.
‘- Ege’nin sert rüzgârlarına karşı, Ayvalık’a siper olmuş birkaç isimli bir ada… En çok bilineni Cunda. İtalyanca bir denizcilik terimi olan cunda’dan geliyordu. Sözlüğe göre cunda, yatay serenlerin her iki başı anlamına geliyordu.
Adanın diğer adı da Alibey’di. Bu ad Kurtuluş Savaşının komutanlarında Ali Çetinkaya’ya aitti. İşgal sırasında, topladığı gönüllülerle birlikte Yunanlılara ilk kurşun sıkan, aslen Afyonlu Yarbay Ali Bey’in anısına adanın ismi Alibey olarak değiştirilmişti.
Ayvalıklı Rumlar ise adaya ‘ kokulu ada’ anlamına gelen ‘Moshonisi’ adını vermişlerdi.
…Çevreye ‘Adalar Körfezi’ dense çok yerinde olurdu. Cunda ve diğerleri; Maden, Yellice, Güneş, Çıplak, Kız, Balık, Kara, Yumurta, Çiçek.
…Diğer küçük kasabalarda olduğu gibi, Cunda’da da güzellikler kuytulara gizlenmişti. İki kişinin yan yana yürüyemeyeceği kadar dar sokaklarda sarımsak taşı, tuğla ve kireçle yapılmış iki veya üç katlı evler, buraların geçmişteki yaşamı hakkında ipuçları veriyordu.
Bu güzel evlerin arasına sıkışmış yıkık dökük binalar ise eskinin hüznünü yansıtıyordu ‘
Bir saatlik bir bekleyişin ardından teknemiz sonunda iskeleye yanaşabildi. Biz de Kaptana ve mürettebatına veda ederek Cunda’ya ayak bastık.
Gerek yaz tatili, gerek hafta sonu kaçışları için ideal bir adres olmuş Cunda benim için aşırı kalabalıktı. Bu kalabalıkta ve sıcakta iki saatlik bir sürede Cunda’yı keşfetmek olası değildi. Cunda’yı keşfetmeyi ve fotoğraflamayı bir başka sakin bahara bırakarak, 1873 yılında yapılan ve o günden beri ayakta kalmayı başaran, fakat ha yıkıldı ha yıkılacak durumdaki Taksiyarhis Kilisesini ve yaşamın odaklandığı sahili dolaşıp bir kafede oturarak turistik (!) Ayvalık tostunu ve ada lokmasını tatmakla yetiniyorum. Cunda’nın meşhur ot yemeklerini, kalamarını, ahtapot salatasını ve balıklarını bir başka tarihe erteliyorum.
Saat sekize yaklaşıyor. Artık geri dönme vakti. Arkadaşlarımızı toplayarak Cunda Adasını Lale adasına bağlayan Türkiye’nin ilk Boğaz Köprüsünden ve Gönül Yolundan Ayvalık’a ulaşıp İzmir’e doğru yola koyuluyoruz. Aklımız bir hafta önce çıkan orman yangınında kül olan Şeytan Sofrasında kalıyor. Neşe ile başladığımız Ayvalık gezisini Cunda ve Şeytan Sofrasının hüznüyle tamlıyoruz. Saat 23.00 sularında İzmir’e vardığımızda bir sonraki gezide buluşmak üzere vedalaşıyoruz
Dr. M. Cengiz TÜMER.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder